Görünen o ki:
Suriye meselesi dönemin dışişleri ve başbakanı Ahmet Davutoğlu‘nun üzerine yıkılacak.
Kuşkusuz büyük suçu/ hatası olduğu tartışılmayacak denli açık/su götürmez gerçek.
Stratejik derinliği çöktü.
Şunu hatırlatmama izin veriniz:
Irak/Saddam, 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt’i işgale başladı.
Bu işgalden bir gün sonra -daha ortada Birleşmiş Milletler vs tarafından alınmış bir karar yokken- hangi ülke yaptırım kararını açıkladı?
Türkiye/ Cumhurbaşkanı Özal! Hükümete ve dışişlerine sormadan Kerkük- Ceyhan boru hattındaki petrol akışını durdurdu! Bu, iki ülke arasında imzalanan hiçbir anlaşmaya uygun değildi. (Bu güven ilişkisinin bozulması halen Irak ile ilişkilerimizde sorun yaratmaktadır. Mesela, savaş bittikten sonra ikinci boru hattı gündeme geldiğinde Irak hayır dedi.)
Özal bu kararı aldığında, ABD, Irak petrolüyle dolu tankerlerin limanlarına boşaltım yapıp yapmayacağını tartışılıyordu. Ki Washington petrolün alınmasına karar verdi!
Özal, pragmatist sağcı politikacıydı. Kararın doğruluğunu ya da geçerliliğini ancak pratik sonuçların belirleyeceğine inanıyordu. ABD ile aynı kampta yer alarak, bir koyup beş alacağını sanıyordu! Komşusunun alevinden fayda bekliyordu! Ahlaki değerler kimin umurundaydı; pragmatizm sağduyu ile çelişir çünkü….
Sonuçta: Özal bir bile alamadığı gibi Türkiye büyük kayıplara uğrattı. Mesela, Arap ülkeleri Türkiye’nin ekonomik kayıpları karşılamak üzere vaat ettikleri parayı bile vermedi.
Bir anımsatma daha yapmak gerekiyor:
İKİNCİ PERDE
İkinci perde AKP iktidarı döneminde açıldı.
Konu yine Irak’tı. ABD, Irak’ı işgal etmeyi planlıyordu.
ABD’nin şahin kanadı/ Cheney- Rumsfeld- Wolfowitz (ki “şeytan üçgeni” diyebiliriz) bu savaşta Türkiye’nin yanlarında olmasını istedi: Üsler, limanlar açılacak, 80 bin Amerikan askeri Türkiye’de konuşlanacaktı vs. Irak, Türkiye toprakları üzerinden işgal edilecekti…
Türkiye bu işgale ortak olmalı mıydı? Tezkere, TBMM’ye geldi.
Erdoğan’ın başını çektiği AKP’li gruba rağmen tezkere meclisten geçmedi/ anayasal salt çoğunluk sağlanamadı. Türkiye rahat nefes aldı; eksen kaymasına izin vermedi.
Erdoğan, Irak savaşının meşru olmadığını, savaşın yalan üzerine başladığını, aslı hedefin başka stratejik hesaplara dayandığını bilmiyor muydu? Kuşkusuz biliyordu. Ancak:
Aynı Özal gibi pragmatistti; Erdoğan da ABD’nin yanında saf tutarak bir koyup beş alma peşindeydi! Buna bir de kılıf bulmuşlardı:
– Kemalist dış politika Osmanlı’nın mirasını reddeden anlayışa sahipti ve bu sebeple Türkiye bölgede tarihi mirasın imkânlarını kullanamayan politik anlayış yürütmekteydi!
Tezkerenin reddedildiği gün bu nedenle Erdoğan müthiş öfkeliydi!
Sonra anlaşıldı ki; Irak’a girmeyen Türkiye -terör gibi- oluk oluk kan aktığı bataklığa saplanmaktan kurtuldu. ABD de arkasına bakmadan kaçtı…
Gelelim üçüncü perdeye…
ÜÇÜNCÜ PERDE
Türk sağ iktidarların/liderlerin, fazla düşünmeden kısa vadeli hesaba dayalı dış politikasına bir örnek de Suriye oldu!
Erdoğan, Beşar Esat’a “kardeşim” diyordu, birlikte tatil yapıyorlardı.
Her fırsatta “ortak kader, ortak geçmiş, ortak gelecek” deniyordu.
Komşular ile sıfır sorun politikası savunuluyor, Müslüman dayanışmasından bahsediliyordu.
Suriye sorunları için arabuluculuk yapılıyordu.
Ticaret hacmi olağanüstü artıyordu.
Uzatmayayım.
Beşar Esat ülke ekonomisi canlandırmak için Irak, Türkiye ve İran ile yakınlaştıkça ABD’nin tepkisini çekmeye başladı. Ki zaten ABD, Suriye’yi “Rusya’nın uydusu” görüyordu. İlk adımı 2004 yılında ambargo uygulayarak attı.
Cumhurbaşkanı Sezer ABD’nin baskısına ve muhalefetine rağmen Suriye’ye gitti.
Başkan Aziz Yıldırım Fenerbahçe’yi maç yapması için Suriye’ye götürdü. Vs.
Ancak:
Suriye’de 2011 yılında karışıklık çıkarıldı.
Aynı yıl… Erdoğan, 21 Haziran’da telefon ve 27 Haziran’da G-20 zirvesinde Başkan Obama ile yüz yüze görüşerek Suriye’ye tavır almaya başladı. Keskin dil kullandı:
-“Dökülen kan, halkınızla aranızdaki bağı koparıyor. Her damla kan uluslararası toplumu size karşı önlem almaya biraz daha yaklaştırıyor.”
Ardından Türkiye komşusuna ağır ekonomik ambargo uyguladı. Karşımıza yine pragmatizm çıktı; Erdoğan ABD’nin safında yer alarak bir koyup beş alacağını sandı. Sonra radikal örgütler desteklendi. Vs.
Sonuç, ortada!
Büyük zarar ortada! İşin özünde: Özal, Erdoğan, Davutoğlu gibi sağcı liderlerin pragmatizmi Türkiye’yi hep zarara soktu.
Bugünlerde Suriye hatasından dönülmesi sevindirici.
Soner Yalçın